Savaş yıllarıydı. Her saat, her dakika bomba sesleri başucumuzda vızıldayıp duruyordu. Korkudan içimiz titriyordu. Ne önlemeye gücümüz yetiyordu ne de kaçıp kurtulmaya... Bizim köyümüz Türkiye sınırına yakın değildi ki kaçalım. Başka ülkelerin hiçbiri bize sınırını açmıyordu. Olup bitenleri biz elektriğin olduğu zamanlarda televizyonda gözlerimizle izliyorduk. Aylin bebelerin cansız bir şekilde sahile vurduklarını, İtalya'nın, Fransa'nın sınırlarında bazılarının ayaklarına çelme takıp yere serdiklerini, ceplerinde ne var ne yok hepsini soyduklarını, namuslarına nasıl yan baktıklarını, bir lira vermek için defalarca yere eğip eğip kaldırdıklarını ve bununla eğlendiklerini içimiz cız ederek izliyorduk. Az önce anlattıklarım içimizi sızlatıyor, üzerimizde rejim uçakları vızlıyordu. Her iki durumda da içimiz parçalanıyordu. Gün geçmezdi ki bir yakınımızın feci bir şekilde ölüm haberiyle uyanmış olmayalım. Harabeye dönmüş virane bir şehir, ortalıkta cenazeler, ölüm kol geziyordu.