İnsan esasında yolda olandır. Yeryüzüne inişiyle birlikte geldiği öncesiz sonrasız yurda dönmek üzere yolda bırakılmıştır. Yolda iken yaşam sürecindedir. Hayy tarafından insana bahşedilen hayat, bidayetten itibaren var olup yeryüzünde beden örtüsü ile kendisine takdir edilen yaşamı kuşanarak yoluna devam eder ve nihayetinde ölüm ile ebediyet yolculuğu kesintisiz devam eder. Öyleyse yaşam, yolda olan birey için hayatı nakşeden unsurlar ile karşılaşma ve istifade etme süresidir. Bu bakımdan yol, insanın tarihsel süreçle derinlemesine temaşa etmesini sağlayan rasathanedir. Hakikatte İnsan, tarihselliğini yolda inşa ediyor. Bu inşa sürecini bazen yoldan çıkarak yapar. Varlığını da yolda yürürken var-kılar. Yolda mütemadiyen ayakta duran, ayakta giden, kimileyin devrilendir. Zira gitmede olan devrilebilir. Yol, serüven sağlar, eğitir, mütemadiyen düşünürü olan ben'i ile ikili konuşmaya götürür. Yol bu açıdan Pythagoras'tan itibaren Lao Tzu, Platon, Aristoteles ve Peripatetikler için tedrisatın önemli bir işlevi olmuştur.
Yol ve yolda kalmakla tekâmüle vasil olmak, irfanî geleneğin en esaslı olan unsurlardan biridir. Kişi kendini tanımak için seyr-ü sülük dediğimiz manevi yoluculuğa çıkar. Yolculuk sırasında modern hayatın koşuşturmaları arasında kaybettiği kendisiyle vuslatı gerçekleşir. Bu buluşma sonrasında seferini nihayetlendirmez, devam ettirir. Çünkü yol ömürden daha uzundur.