Başka birinin hikâyesine ulaşabilmek için hep bir anahtara ihtiyaç vardır; ama bir insana ne kadar yakın olduğumuzu düşünürsek düşünelim, o anahtara bir türlü sahip olamayız. Hatta belki de kimse kimsenin hikâyesini anlatamaz... Zafer Şenocak bu romanında sanatsal yaratının olanakları (ya da olanaksızlığı) hakkında yanıtsız sorular uyandırıyor zihinlerde. Kendilerini Sanat Teröristleri diye adlandıran, galerilere saldırılar düzenleyip sanat eserlerini mahveden Berlin kökenli bir grup, Los Angeles'ta bir sergiye davet edilir. Bu yolculukta, grup üyeleri geçmişlerini, kendi kimliklerini ve sanatı da sorgularlar. Roman, hem grupla, hem bir göçmen olarak yaşadığı Alman toplumuyla, hem de geçmişinde kalan Türkiye ile sürekli bir hesaplaşma halinde olan Cüneyt'e odaklanır: Cüneyt'e ve Türkiye'de geçirdiği çocukluk yıllarında ona dadılık eden, hayatına damgasına vuran güzel Ermeni kızı Lara'ya ve aralarındaki, onyılları, coğrafyaları aşan çok güçlü tutkuya.