Türk medeniyet tarihi, ikinci sıçrama devresi olan dokuzuncu asırdan itibaren, İslam dini ve tasavvuf zihniyeti ile yoğrulmaya başlanır.
Bunun ilk edebî örneği Ahmed-i Yesevî'nin Dîvân-ı Hikmet'idir. Yesevî geleneğinin didaktik boyutu, Batı Türkçesinde Yûnus Emre ile aşılıp lirik dile dönüşür. Yunus Emre'nin, dinî-tasavvufî duygularını ve coşkunluğunu terennüm ederken, sıradan bir kul olarak vecd ile dile getirdiği şiirleri, sonraki dönemlerde bir milletin medeniyet şartlarından biri olan "ortak metin" haline gelir.
Türk medeniyet tarihi için son derece önemli bir şahsiyet olan Yunus Emre'nin şiirlerinin genel kabul ve beğeniler dışında ayrıca dikey olarak incelenmesi gerekiyordu. Temelde bu ihtiyaca cevap vermek amacıyla hazırlanan bu eserle şâirin Dîvân'ı, genel anlamda retorik, tasavvuf ve beşeriyet ekseninde yakın okumaya tâbî tutulmaktadır. Ayrıca Yunus Emre şiirlerinde en önemli unsur, insandır, insanın kendisiyle, eşya ile ve Allah ile olan ilişkileridir. Bu yüzden Yunus Emre şiirleri okunurken, merkeze "insan" konmalıdır. Eser, bu perspektifle, ete kemiğe bürünüp "Yûnus Deyi Görünen" şâirle sizleri hemhâl olmaya, insanoğlunun müşterek kaderini kendi şahsında yaşayamaya davet ediyor.