En kalıcı öğrenmenin yerinde görmek olduğuna inanırım. Türk insanı, ülkesini ve insanları görüp tanıdıkça, nasıl bir vatana, nasıl bir kültüre ait olduğunu daha iyi anlayacaktır. Türk çocuklarına, devletin programı çerçevesinde, Türk kültürünü yapan belli başlı şehirleri mutlaka göstermeli. İstanbul, Bursa, Konya, Çanakkale gibi şehirleri görmeyen insanımız kalmamalı. Bu şekilde yetişen gençler, ilerleyen zamanlarda sınırlarımız ötesindeki şehirleri de merak edeceklerdir.
Karacaoğlan'ın, "Ben de güzel sevdim kendi halimce" dediği gibi, ben de hayatım boyunca yurt içi ve yurt dışında bazı yerleri görme fırsatı buldum. Bunların bir kısmı bilimsel toplantılar dolayısıyla gerçekleşti. Demek ki, çeşitli yerlerde yapılan bu toplantıların, aynı zamanda buraların tanıtımına da katkı sağladığı bir gerçek. Zaman zaman asıl amacından uzaklaşarak kültür turizmi, kongre turizmi gibi adlandırmalar öne çıksa da, böyle bir faydasının da olduğu göz ardı edilmemelidir.
Yurt dışında gördüğüm yerler, önce komşumuz sayılabilecek, nispeten yakındaki ülkeler oldu. Bunların çoğu, Osmanlı bakiyesi ülkeler. Buralarda gümrükten pasaportla geçmek zorumuza gitse de, ecdadın bıraktığı eserleri ve asıl önemlisi sınırın öte yanında kalan mahzun gönüldaşlarımızı tanımak için her şeye değer. Sonra, biraz daha uzaktaki Türk ülkelerini gezdik.
Her kişi, dünyaya durduğu yerden bakar. Buna bakış açısı (perspektif) diyorlar. Kişinin, dünyaya gezdiği yerlerden, oradaki insanların baktığı yerden bakması, ufuk açıcı ve öğreticidir. Özellikle, yurt dışından ülkemize baktığımızda, daha önce fark etmediğimiz birçok şeyi fark ederiz.
Benim gezi yazılarım, buralara ve buralardan ülkemize bakışımı gösteriyor. Bazı ülkeleri gördükten sonra, oralarda büyük değişimler yaşandı. Suriye'de gezip gördüğümüz yerlerin çoğu yerle bir oldu. Artık, istesek de eski halini görme imkânımız yok. Bu yönüyle de yazdıklarımın önemli olabileceğini düşünüyorum. (Cemal Kurnaz)