Saha
Eleni, Gülfidan’ın yüzüne dönerek konuşmaya başladı: “Kale şu merdivenlerin başında az oturalım, ne dersin? Yükseklerde doyasıya denizi ve masal şehrin gizemini seyredelim.” Oturdular dik bayırın merdivenlerinin birinci basamağına. Eleni biraz daldı, uzaklara bakarak derin bir iç çekti: “Ah be maniçamu! Şimdi on sekiz yaşında olmak isterdim. Şu Adalar’ın akşamları var ya… Gökyüzü, mavi üstüne mavi; hep koyu mavi ve derin… Sonra yıldızlar gökte sanki yanarak ışık saçıyor, Ada sahillerine yağmur gibi yakamozlar dökülüyor. Kordon boyu insanlar, akın akın akıyor boydan boya; hırkalarını almışlar, kiminin omuzlarında, kiminin belinde… Aşklar… Ah aşklar, o sevdalar, sarmaş dolaş ve endamı öyle güzel, öyle alımlı ki bayanların. Hele Adalar’da şafak sökmeden -sen de bilirsin ki- dar sokakların derinliklerinden gelen nal sesleri, zaman zaman kulaklara çalınan atların hırıltısı, insanın ruhunu dinlendirir. Bu gizemli doğada gündüzleri gökyüzü alabildiğine açık mavi, alabildiğine uçsuz bucaksız, yeryüzünde sanki her şey ona göre dizayn edilmiş; güneş, deniz, kuşlar, bulutlar ve hatta yıldızlar, hepsi gökyüzü için varlar… Masmavi gökyüzü bilinmeyen bir güzelliğe sahip; bizler ise sadece küçük bir bölümünü görebiliyoruz. Sana, bu tutkumu anlatmak için şarkılar, türküler dizmek yetmez bre Prinkipos!”
Devamını Oku