Sesler
Gün gelir mısralar, kanatlanıp çıkar bulutlara seyran eyler asırları. Mevsim olur sarmalar ömrün her demini, irdeler evveli. Nisan olur, gözlerden iner sevda tarlalarına. Ağustos olur, kavrulur beste-beste. Sarı sonbahar olur sözcüklerde, yaprak döküp hüznü besler. Kış olduğunda ölümcül boran olur, savrulur durur… Gün gelir müebbet yemiş zindan olur, yalnızlar beldesini fethedip açılır uçsuz bucaksız sulara. O sular ki ne zaman tanır ne mekân… Bazen mavi, bazen gri bir günü bazen de zifiri bir geceyi giyinir. Heyulalar eşliğinde bedensizler tahtına oturup çağırır kargışları, omuz üstünde baş koymaz haykırışları… Kervanlara omuz verir, gezdirir diyar-diyar. Vardığı her şehirde sinsi yüzlere çarpıp dağılır, peyderpey eriyip toprak olur. Semaya açılıp duaya duran ellere abanıp doğrulur. Düştüğü yerden kalkarak destan olur. Hasretin, vuslatın, hicranın adı olur; hüznün, kederin, sevincin ânı mazi denizinde alabora olmuş gemilerde ise anı olur. Gün gelir, mitler sofrasına meze olur efsunlu kapıları aralar… Periler meclisine söz olur, katli vacipler hücresine urgan… Bir kundakta, kartal pençesine aş olup yıldırımları yoldaş eyler. Bulutlardan inip arzın dibinde kararır, katran olur… Gün gelir, ânı yadırgar evvelin büyülü kapısını aralar ve düşer kaybolan yılların ardına. Söz şimdi yine mısralarda, binsin zaman adlı gemiye; sesler, nefesler ve siluetler arasından süzülüp varsın büyülü evvelin derinliklerine… Necati Koca
Devamını Oku